6 Mart 2010 Cumartesi

SEÇENEK ÖMRÜ UZATIR

“Efes’teki Antik bir Roma evinin yeniden ev olarak kullanıma dönüştürüldüğünü bir hayal ediniz. Ya da eski bir spor salonunun bir konuta dönüştüğünü, ya da eski bir endüstri yapısının konut olarak sunacağı mekânsal olanakları. Boğaza bakan bir apartmanın altındaki garaj?, bir sığınak?, bir duvarın içindeki eski bir kovuk?
Hayal gücünüzü zorlamıyor mu? Bu ve benzeri mekânlar sanatçıları uyarıyor, mimarlarımızı da uyarmasını umalım.“


Tasarlamada seçenek üretmenin önemi üzerine düşünceler
Nur ESİN

Düşüncelerimi olgunlaştırmada bana öncülük eden, yol gösterenim, değerli Hocam Prof. Dr. Mahir Vardar’a teşekkür ederim.

Giriş

Mesleğimizi sevmek için o kadar çok nedenimiz var ki... Mimarlık eğitimi dünyamızı genişletti. Etrafımıza bir başka bakar olduk. Önce kendimizi sonuna kadar savunmayı öğrendik; sonra karşımızdakini eleştirmeyi; ardından, eleştirilmeyi ve kişiliğimiz olgunlaştıkça içimizdeki kendimizi okumayı öğrendik, ya da öğreniyoruz, yoksa hâlâ öğrenemedik mi? Ya dışımızdakini, bizi biçimlendireni, parçası olduğumuz bütünü ne zaman okuyacağız? O derin algılayışların sınırına ne zaman uzanacağız? Ve bu kavrayışı tasarlamada ne zaman uygulayacağız?

Bu yazı bir çeşit öz eleştiridir. Parçası olduğum bütünün içindeki yerimi sorguluyorum. Ben mimarım, ben kullanıcıyım, ben mimarlık öğrencisiyim, ben politikacıyım. Mimarlık eğitimcisi olarak verebildiklerim benim kavrayışımla sınırlı. Kullanıcı olarak dünyam yaşayabildiklerimle sınırlı, yani bana sunulanlar ya da ulaşabildiklerimle...

Bir dost “Seçenekler ömrü uzatır.” dedi ve şöyle devam etti: “...insanoğlu birşeyler arasından seçim yaparken var olduğunu hisseder.”

Seçenekler mimarlara çok aşina. Uğraşı alanımız içinde neredeyse hergün seçenekler üretmek var. Seçenek üretmeyi eğitimde ve uygulamada mesleğimizin bir gereği olarak gördük, ancak yaşamsal gerekliliğini ve önemini belki de yeterince algılayamadık. İnsanlar üzerindeki bu denli güçlü ve önemli etkisinin farkına varamadık.


Seçeneklerin yaşamsal önemi

Seçenek, çeşitlilik ile elele giden bir kavramdır. Matt Ridney, Genom isimli kitabında “insan türündeki çeşitliliğin genomun en büyük mesajı olduğunu söyler (Ridney 1999, s.302). Bir şekilde genom, hem diğer insanlarla paylaştığımız ortak özelliklerden, hem de kişiye özgü eşsiz deneyimlerden sorumludur (s.181). İnsanın doğasının getirdiği çeşitliliği, çevresel belirlenimcilikle -yeni deneyimlerle- artırabilir; kişiliğinde, davranışlarında, seçimlerinde hatta hastalıklarında her bireyin eşsiz, benzersiz yapısını okuyabiliriz. Bireyin benzersizliğini farkettiğimizde, onlara mimarlar olarak sunduğumuz yaşam çevrelerinin tekdüzeliği bizleri dehşete düşürmeli.

Seçenekler sunulması bireyin -diğer insanın- önemsenmesi demektir. İnsanoğlu’nun gerçekten yaşadığı anlar önemsendiği anlardır. Seçenekler sunan mimar müşterisini önemser, kullanıcısını önemser, öncelikle de kendisini önemser.

Diğer yandan seçenek üretme, değişiklik ve değişme kavramlarının da bir bileşenidir, hatta olmazsa olmazıdır. Değişmek yaşamda olmanın, yaşıyor olmanın gerçeğidir. Yeni deneyimler değişime yön verir. Yeni deneyimler var olana eklenen yeni seçeneklerdir aslında, yeni öğrenme biçimleri ile, hayatı yeni okuma biçimleri ile ortaya çıkarlar. Bu okuma biçimleri arasından yapacağımız seçimlerle hayatın gelişimine hizmet ederiz. Yeni seçimlerimiz yoluyla yeni ve daha derin anlayışlara ulaşırız. Bu süreç başlangıcı sonucuyla bütünleşik, gidiş-gelişli, dinamik bir süreçtir. Yaşamsal önemi olan bir döngüdür. Senge ve arkadaşları (2004), tüm öğrenmelerin düşünme ve uygulamayı bütünlediğini belirtmektedir:

“... Tüm öğrenme bizim dünya ile nasıl bir etkileşim içinde olduğumuzla ve bizim etkileşimlerimizin sonucunda hangi kapasitelerin açığa çıktığı ile ilgilidir. Farklı olan şey, farkındalığın derinliği ve bir sonraki hareketin kaynağıdır. Eğer farkındalık asla yüzeysel olayların ve mevcut koşulların ötesine geçmezse hareketler tepkilerden ibaret olacaktır. Öte yandan “var olanı” yaratan büyük bütünleri görmek için daha derine nüfuz edersek, hareketlerimizin kaynağı ve etkinliği büyük ölçüde değişir.” (Sange, Scharmer, Jaworski ve Flowers, 2004, Sa. 20).

Herbirimiz yeni deneyimlerimizle gelişiriz, benzersizleşiriz. “Beynin deneyim ile değişebilen bir makina olduğu genlerde yazılmıştır. ...Öğrenilmiş anıları kaydetmek için (beyinin) sinapslar(ı) değişim gösterir... (Ridney 1999, s.260) Jeff Hawkins, beynin yapısını ve işleyiş mekanizmasını araştırdığı kitabında, dünyayı anlama yolumuzun her zaman değişken olan girdi akışlarındaki sabit yapıları bulmak olduğunu söylemektedir:

“Bununla birlikte, bu sabit yapı keskin öngörüler yapmak için temel oluşturmada yeterli değildir. Kesin bir öngörü yapmak için beyin, sabit yapısının bilgisini en yeni detayları ile birleştirmek zorundadır... beyniniz sabit yapısının hatırası ile o anki deneyimlerinizin özellikleri arasında bir birleşme yaparak bunu gerçekleştirir” (Hawkins, Blakeslee 2007, s.99).

Bu gerçekten hareket edildiğinde, insanlara seçenekler sunulması, onlara yeni deneyimler sunmakla eşdeğerdedir. Tasarlama eğitiminde mimarlıkta geçerli olan düşünceleri, kendimizce mimarlığın sabit yapılarını öğrencimizle paylaşırız, ancak öğrencinin asıl gelişimi kendi deneyimleri ile bu düşüncelerin yeniden zihninde yapılandırılmasında yatar. Bu nedenle mimarlık öğrencileri sabit bilgi kalıplarına değil, mimari kişiliklerini oluştururken seçimler yapabilecekleri zengin düşüncelere ulaşmalıdırlar.


Seçeneği Üretecek Olan Bireydir

Seçeneği üretebilen değişimi de başlatabilme şansını yakalar. Seçeneği üreten bireydir ve onun bireysel çabaları zaman içinde büyük değişimlere yön verir. (Kelebek etkisini hatırlayınız). Düşünceyi daha da öteye götürecek olursak, tek tek bireyler olarak bizler de, bir diğer kişi için yaşamın seçenekleriyiz. Yaşama varlığımızla çeşitlilik ve zenginlik sunuyoruz ve diğerlerinin bizlere sunduğu bu zenginlikten yararlanıyoruz. Çoğu kez bir konuda kararsız kalmak sizi üzüyorsa bir de şöyle düşünün: Ya ortamda hiç karar verilecek bir durum olmasaydı, hiç fikrimiz sorulmasaydı, seçme şansımız bulunmasaydı, başkalarının biçimlendirdiği yaşamlara mahkûm edilseydik? ...

Ya mahkûm eden bizlersek? ...

Mimarca konuşmak gerekirse, mekânsal deneyimlerimiz bizlere bizim gibilerce (mimarlarca) sunulur. Bizler (mekânı kullananlar) onları geliştirir, değiştiririz. Bir bireyin diğerine kabul ettirmeye çalıştığı değerleri, onun için tasarladığı yaşam modeli, dikte ettirdiği düşünceleri eğer diğerine bunun dışında olma şansını tanımıyorsa onu yaşamdan kopartır. Çağımızın yarattığı birçok psikolojik/zihinsel problemin temelinde bu gerçek yatar. İsyan duygusu - isyan edememe - ağır gelen baskı ve - nihayet depresyon.

"Ruh hali, zihin, kişilik ve davranış, aslında toplum tarafından belirlenir, fakat bu, aynı zamanda biyolojik olarak belirlenmeyecekleri anlamına gelmez. Davranış üzerindeki sosyal etkiler, genlerden protein üretiminin başlatılıp durdurulması üzerinden çalışır. Yine de doğuştan gelen türlü kişilik tiplerinin olduğu ve sosyal etkiye nörotransmitterler aracılığıyla verilen cevabın, insandan insana değişiklik gösterdiği açıktır.” (Ridley 1999, sa.193)

Üniversite topluluklarında önde gelen kişilerde, dış etkiye cevap olarak üretilen bir beyin kimyasalı olan “seratonin” miktarının yüksek olduğu, fakat pozisyonlarını kaybettiklerinde, seratonin seviyelerinin de düştüğü bulgulanmıştır (Ridley 1999, sa.193). Demek ki tasarımcıların mutlu ya da mutsuz insanlar yaratabileceklerini varsaymak hiç de yanlış olmaz.

Bugünün meslek dünyasında tasarımcının kendisi de, eğitiminden mesleki etkinliklerine özgür seçimlerinin doğrultusunda gelişebilecektir. Eğitim tarzını seçecek, mimari yaklaşımını seçecek, hatta kimin için tasarlayacağını seçecek denli zengin ortamlarda bulunabilmelidir. Çağdaş eğitimin yönelimi yavaş da olsa bu doğrultudadır.


Tasarlamada Seçenekler Üretmek

Seçenekler tasarımcılar ve tasarım eğitimcileri için arama sürecinin ayrılmaz motifleridir. Tasarımda arama süreci sancılıdır, ironik biçimde tasarımın en zevkli ve eğlenceli aşamasıdır. Bu aşamada seçenekler üretir, onları eler, yeniden günyüzüne çıkartır, bir daha değerlendiririz. Arama süreci bitip bizler/tasarımcılar kendi seçimlerimizi yapınca, olay bizim için sonlanır oysa başkaları için, öğrencimiz için, kullanıcımız için, müşterimiz için daha yeni başlar. O halde bu arama sürecinin karar verme ve seçme zevkini neden öğrencimizle, kullanıcımızla ya da müşterimizle de paylaşmayalım?

Seçenek olgusunun tasarımdan etkilenenler için kuşkusuz çok çeşitli yansımaları vardır. Bunları tartışmak ve seçenek üretme olgusunu daha geniş bir bakışla, hakkını vererek değerlendirmek gerekir.

Sınırlı rasyonellik kavramını geliştiren tasarım düşünürü Herbert Simon (1969), insanın sınırlı sayıda seçenek üretiğini söylüyor. İnsan olası seçeneklerin tümünü üretmeyi hedefleyen “rasyonel davranış” yetisinden doğal nedenlerle yoksundur. Beyinde süregelen eleme süreci, onu sınırlı sayıda seçenek üretmeye yöneltir. Bu eğilim, insan zihninde “gestalt” ın yapılandırılması ve yoğun arama süreci sonunda zihnin tekrar denge konumuna gelebilmesi için bir çeşit zorunluluktur. Çalışmalarımı bir dönem çok etkileyen ancak referansını hatırlayamadığım eski bir araştırmada Y.lisans adaylarının alan seçeneklerinin sayısı ve nedeni sorgulandığında ortaya çıkan ilginç sonuç şaşırtıcıdır: Öğrenciler genelde seçenekleri ikiye indirmişler. Bunlardan biri onların asıl istedikleri, diğeri de istediklerinin ne denli haklı olduğunu ortaya koymak üzere geliştirdikleri yardımcı/sanal/olasılığı düşük seçenek. Bu sonuç akla şu soruyu getiriyor: Seçenek üretmeye çalışmak bir aldatmaca mı?

İnsan beyninin bu yöndeki sınırlama eğilimine karşın, eğitim sürecinde yine de öğrencilerimizin seçenekler üretmesini bekleriz ve isteriz. Bunun nedeni çözümün tek olmadığı tasarım gibi bir alanda, öğrencinin seçenek yaratabilme yönündeki mesleki yetisini geliştirmektir. Gerçekten de tasarımda tek çözüm, tek doğru yoktur. Özellikle herşeyin butik çözümlerle kişiye özelleştirilmesinin beklendiği günümüz tasarım dünyasında seçeneksizlik yoklukla eşdeğerdir. Siyah ve beyazın yetmediği dünyamızda yaşam tonlardadır. Herne kadar güncel modanın etkisiyle asal renkler ve biraraya gelişleri değişirse de, “tonların varlığı” değişmez, bu bir gerçekliğe dönüşmüştür. Bireylerin, bireyselliklerini ortaya çıkaran bu zengin tonlardır.

Seçenek üretebilmek gerçekte neredeyse zihinsel gelişimin en üst seviyelerinde bulunan bir beceridir. Seçenek sözcüğünün eş anlamları ve yan anlamları izlendiğinde bu kavramsal algılayışın uzandığı boyutların zenginliği şaşırtıcıdır (Tablo 1)



Tablo 1. Microsoft XP İng. Thesaurus dan “alternative (seçenek)” sözcüğünün kavramsal ilişkiler ağı


Tasarlamada seçenek üretme becerisi beraberinde karar verme, yargılama, sonuca varma gibi paralel zihinsel etkinlikleri de gerektirir. Seçenek üretebilmek için beyinde bir dizi yorumlama, analiz etme ve sentez olarak birleştirebilme, olasılıkları hesaplama, öngörülerde bulunma, mantık yürütme işlemleri gerçekleşir. Tüm bu entelektüel zihinsel işlemler, olgunlaşmış bir düşünce sistematiği içinde mümkün olabilir.

Tasarlama eğitiminde çok saydığımız ve onlardan çok şeyler öğrendiğimiz bazı değerli hocalarımız, bu anlayışın tersini ispatlarcasına stüdyoda bazı sabit kalıplı eğitim yöntemleri uyguladılar. Bazılarımızı onların uygun bulduğu olası mimari çözümü bulmak üzere yönlendirdiler. Buna usta-çırak eğitimi adı verildi. Ustanın da tek seçeneği yoktu aslında, olası seçeneklerden kendine uygun olanı vardı. Ve eğitici bir kez kendi uygun çözümünü buldumu, aramayı kesip bunu öğrencisinin de bulmasını sağlamaya çalışıyordu. Beklentisi kendi arama sürecini yaşamak olan ve yeni eğitime başlayan bir tasarımcı için ne büyük acımasızlık. Çoğu mimarlık öğrencisi, isyanı sonucunda ciddi acılar çekti. Bunun sonucundan mıdır, yoksa yaşam başka bir yöne doğru mu akmaktadır bilinmez, bugün usta-çırak eğitim modeli tümüyle terk edilme yolundadır. Ancak eğitimcinin ve usta tasarımcının seçenekler konusundaki sorumluluğu bitmemiş, tersine yeniden ve daha derinden başlamıştır. Şimdi ustanın çok seçenek arasından kendine yakın olanı bulabilmesi için öğrencisine, müşterisine, kullanıcısına yol göstermesi beklenmektedir. Bu yaklaşım zaman içinde akademisyenler arasında paylaşılan, etik bir değere dönüşmüştür.

Uygulamadaki yol gösterme de, tasarım eğitimindeki yol gösterme de, bir çok bireysel çelişkiyi ve güçlüğü içerir. İlk güçlük kimlik çelişkisidir: Mimari kimlik-müşteri tatmini çelişkisi. Tasarımcının kendi mimari kimliği, müşterinin beklentisi ve mimarisinde /binasında okunmasını istediği kimliği. Müşteri odaklı kalite sistemleri ortaya çıkalıberi, müşterinin istediği mi? mimarın istediği mi? sorusu gündemdedir. Çok önceleri bir tarihte Phillip Johnson, bir dergi yazısında kendisini müşterisinin isteklerini yerine getiren bir hayat kadınına benzetmişti. Onun eserlerini inceleyince, gerçeği söyleme cesaretine sahip bu mimarı kendimce kutladım. Yine ABD de ziyaret ettiğimiz bir mimari firmanın yetkilileri, bu iç tutarlılığı yakalayamadıkları için firma kimliğinin kaybolmaya başladığını ifade ettiler. Onlara göre bu durum mimari kaliteden ödün vermek anlamına geliyordu ve tasarımcılarda büyük tatminsizlik yaratıyordu. Dışardan bir “tasarımcı” mimarı, firma kimliğini gözetebilmek için şube ofislerindeki projeleri denetlemekle görevlendirmişler. Buna yol açan etmenler çok sayıda tasarımcı mimarın kendi kimliklerini yansıtmaları olduğu kadar, müşteri isteklerinin etkisiyle tasarımcıların onaylamadıkları tasarımları üretmeye yöneltilmesiydi (Akın, Esin Uluoğu, 1996).

İkinci güçlük “seçenek” anlayışına hatalı bakışta yatar. Kendi iç tutarlığını oluşturamayan tasarımlar seçenek olarak kabul edilemezler. Tasarlama eğitiminin ana amacı, “öğrenci tasarımcı”nın iç tutarlılığı olan özgün tasarımını geliştirmesine yardımcı olmaktır. Seçenek adına hızla üretilen, beyin fırtınası ürünü düşünce parçacıklarından oluşan, düşünce bütünlüğü taşımayan, tarz bütünlüğü, malzeme bütünlüğü, detay bütünlüğü taşımayan, her bir parçası başkasının tasarımıymış gibi duran, geliştirilememiş, acemi tasarımlarla mücadele ederiz.

Diğer taraftan, seçeneği olmayan “sözde mimar”, kendi “doğrusunu” müşterisine zorlayarak kabul ettirmeye eğilimlidir. Bunu mimari kimliğini koruma adına yapar. “Beni seçen bana gelir” mantığı, sığ düşünen seçeneksiz tasarımcılar için ne yazık ki ömrünü doldurmuş bir mantıktır. Oysa belirli tarzı olan bir mimar bu tarzını farklı tasarımlarında aynı tutarlılıkla ortaya koyabilmektedir. Bu iç tutarlılık onun mimari kimliğini, imzasını oluşturur.

Seçenek üretmek bu güçlüklerin aşılmasında çözüm olarak bir kez daha gündeme gelir. Yeni ve çağdaş tasarımcıya seçenek üretebilme becerisi önemli oranda rekabet gücü kazandırır. Seçenek üretmek kimlikten taviz vermek değildir. Kendi çizgisinde farklı tasarımlar üreten, yarışmalar kazanan genç mimarlarımızın sayısı giderek çoğalmaktadır. Bazen çizgi o denli tutarlı ve okunaklıdır ki, diğer yarışmacılar arasında kimliğini gizlemesi zorlaşır.

Müşteri tatmini kavramı ve mimari kimlik çelişkisi de yine bu seçeneklilik anlayışında çözümlenir. Sizin çizginizde müşterinizi tatmin edecek birkaç çözüm üretme olanağınız vardır, yeter ki tutarlı seçenekler üretin ve müşterinize seçme şansı tanıyın. Çoğu kez ilk önerileri mimarıyla birlikte irdeleyen müşteri, mimarının bakış açısını ve kendisininkini değerelendirebilme şansını yakalar. Tasarımın ardındaki mantık zincirini algılar ve çözüm arama zevkini mimarıyla paylaşır.


Kentte Seçeneksiz Mimari Çözümler

Günümüzde kentimizi kaplayan çok vurucu, düşündürücü bir görüntü, aynı tasarımın defalarca yinelendiği, çoğu kez kağıt üzerine baskı tekniğiyle üretildiği izlenimi veren konut yerleşmelerinin görüntüsüdür. O sevgili dost bana bu sözleri böyle bir görüntü karşısında söylemişti.

“Sizler bu denli çeşitlilikten uzak, seçeneksiz çözümler mi sunuyorsunuz?, Seçeneksizlik sunan mimarlar mı yetiştiriyorsunuz?, Seçenek ömrü uzatır, bilmiyor musunuz?”.

Bu sorulara ve hergün kentlerimizde algılamakta olduğumuz, yeni yerleşmelerde birbirini tekrar eden konut birimlerinden oluşan görüntülere verilecek yanıtımız var mı? Orta halli konut kooperatifleri kadar, en iyiye örnek gösterdiğimiz yerleşmeler de aynı manzarayı sunmuyor mu?

Yeni yerleşmelerde karşı arayışları da görüyoruz. Yeni kentleşme yaklaşımı bu görüntülerden arınmış, doğa ile iç içe ve daha organik görünüm sergileyen yerleşme planlamalarını yüreklendiriyor. Çok sayıda konutun hızlı üretilmesi gerekliliğinin yaşandığı bir acil durum sürecini yavaş yavaş geride bırakıyoruz. Üretilen “lüks konutlar”ın potansiyel müşterileri, çözüm seçeneklerinin daha fazla olduğu yerleşmelere yöneliyor. Ümidimiz bu tasarlama yaklaşımının sadece lüks olanlarla sınırlı kalmamasıdır. Bu yönelimde öncelikle mimarlara ve biz eğitimcilere sorumluluk düşüyor.

Atılması gereken öncelikli adım, sunulan konut yerleşmelerinin daha duyarlı bir gözle, sundukları seçenekler açısından değerlendirmek olabilir. Çözümlerine yeni başlayacak birçok mimarı bu bulgular olumlu yönlendirecektir.

Çeşitlilik karmaşa değildir. Aynı dili konuşan, birbirlerinden oldukça farklı bir dizi eski yapı yakın çevrelerimizde yanyana gelerek bütünlük oluşturabilmiştir. Şimdi bu zenginlikten neden kolayca vazgeçtik?


Toplumsal Değişimin Yönü: Toplumdan Bireye

Çağdaş kentlinin günlük yaşamı kentin sunduğu çok çeşitli etkinliklerle zenginleşmiştir. Eğitim ve iş yaşamı nüfusun büyük bir bölümünün gün içindeki saatlerinin önemli bir bölümünü doldurmaktadır. Ancak artan oranda “ev-büro” (home-ofice) türü işler ortaya çıkmakta, hatta bazı şirketler çalışanları için ayrıca ofis tutmak yerine, onların kendi evlerinden işlerini idare etmeleri seçeneğini gündeme getirmektedirler. Sadece iş hayatı düşünüldüğünde, evin anlamının geçtiğimiz kısa dönem içinde iki kez değişim geçirdiğini söylemek yanlış olmaz. Birincisi vaktin büyük bölümünün iş ortamında geçtiği bir çalışma dönemi -halen toplumun büyük kesimi için durum budur-; ikincisi ise evin yeniden, osmanlı toplumunda olduğu gibi aynı zamanda bir iş yerine dönüşmesi. Çok yeni bir gelişme olmakla birlikte Internet teknolojisi bunu olanaklı kılmıştır. Eğitim yaşantımızda giderek video üzerinden uzaktan eğitim seçenekleri üzerinde deneysel çalışmalar yapılmaktadır). Eğitim hizmetlerinin (Avustralya’nın kırsal yerleşimlerinde temel eğitim hizmetlerinin sunulması), sağlık hizmetlerinin (Japonya’da yaşlıların kalp ölçümlerinin uzaktan gözlenmesi örneği) belki de bir bölümü, eve kadar ulaşan bir sisteme dönüşecektir. Kentli kadın uzun bir süreden buyana çalışma yaşamı içindedir. Evinde ve işinde ikili bir yaşam sürmektedir.

Konutlarımız ailenin bir araya geldiği özel bir mekân olmanın ötesinde, sosyal etkinliklerimizi gerçekleştireceğimiz ve bu etkinliklerin çeşitlerinin giderek artacağı yarı özel sosyal mekânlara dönüşmektedir. Konutun bu sosyal içerikli istekleri karşılayamaması durumunda, etkinliklerin alanlarının daha da genişletebilmek için, parasal olanağı bulunanlar, bahçelerin geniş terasların kullanılabileceği yerleşmeleri/konutları tercih etmektedirler. Bu tercihin nedeninin sadece çocuklar bahçede büyüsün nostaljisi ile ilgili olduğu görüşünde değilim. Bu seçimin sadece statü göstergesi olduğu kanısında da değilim. Kentlinin sosyal yaşamı düşünüldüğünde, bu görüşler klişe ve çok sığ kalmaktadır.

Mahremiyet kavramı da dönüşüm geçirmektedir. Aile içinde çocuğun mahremiyeti o denli baskındır ki, bu gereksinim, konut planlarında zorunlu olarak değişime yol açacak gibi görünmektedir. Aile tiplerindeki, büyük ataerkil aile yapısından çekirdek aileye geçiş olarak özetlenebilecek ailenin küçülmesi yönündeki büyük değişim, uzunca bir süredir bilinmektedir. Toplumumuza yakın zamana kadar yabancı olan, bağımsız bireylerin birarada yaşadığı öğrenci evleri ya da bekâr genç çalışanların evleri (İng. room-mates) özellikle Anadoluda üniversite kentlerinde yaygınlaşmaktadır. Bu yeni konut paylaşma biçimleri, yeni örgütlenmeleri de beraberinde getirerek, konutları bir çeşit bakımlı, ortak butik otelciklere dönüştürmektedir. Diğer taraftan halen popüler medyanın konusu olan, toplumun onaylamadığı yaşam biçimleri birer sosyal gerçekliktir. Ayrı yaşamayı seçen, ayrı evlerinde oturan istediklerinde biraraya gelen, sosyal ortamlarda birlikteliklerini sürdüren, bireysel mahremiyetlerini korumaya özenen çiftleri sıkça duymaktayız.


Bu ve benzeri sosyal oluşumlar toplumlarda giderek artmaktadır. Yine klişeleşmiş bir bakış bu oluşumları toplumun yozlaşması olarak yorumlasa da, sosyal olgulara bu denli sığ yaklaşmamak gerekir.


Çağdaş sosyologlar Ulrich Beck ve Elisabeth Beck-Gernsheim (2002) , toplumlardaki en küçük birim olan ailenin, bireyin “bireyselleşmesi” (İng. individualism) ile değişim geçirdiğine değinmekteler. “Bireysellik” bize anlatıldığı anlamda olumsuz, bencillik içeren bir değer değil, tam tersine bireyin kendisinin farkına varmasıdır. Ancak kendisinin bilincinde olan bireyler diğerlerinin de farkında olabilirler. Bu yaklaşım, bireysel haklar, özgürlükler, mahremiyetler, aile içi ve toplum içi ilişkiler için de geçerlidir. 1960 ların 70 lerin “toplumcu” ruhu yerini “bireysel” ruha bırakmaktadır. Bundan böyle çocuklarımıza kendi haklarına ve özgürlüklerine sahip çıkmayı öğreteceğiz, ve diğerlerinin haklarına da saygı göstermeyi. Toplumun bir kısım bireyleri yaşamdaki bu çalkantı ile sancılar çekmekte, toplumun geri kalan çoğunluğu ile uyumsuzluklar göstermektedir. Bireyler daha önyargısız ve daha anlayışlı olmak zorundadır. Toplum değişmektedir. Bireyler değişmektedir. Mimarlık bu değişime seyirci kalma ya da onu eski kalıplarla yargılayıp yönlendirme lüksüne artık sahip değildir.


Konutta Seçeneğin Anlamı

Bugün topluma sunulan yeni konut şemaları incelendiğinde, özellikle bireyin yeni gereksinimlerine yanıt verebilecek konut tipleri bulmakta güçlük çekiyoruz. Antik, en eski ve eski konut şemalarına baktığımızda daha çok seçenek bulabiliyoruz.

Bu değerlendirmeleri yaparken elimizdeki teknolojik olanaklar aslında bizi güçlü kılmakta, dün yapılamayanlar bugün artık mümkün görünmektedir. Sadece yeniden kullanım anlamında değil, yeni üretilen mimariler anlamında da 3. boyutta (mekân) ve 4. boyutta (zaman) yeniliklere gereksinim duyuyoruz. Üstümüze gelen tavanlar, içi boş duvarlar, dışarıyla hiç ilişki kuramayan iç mekânlar, ürküten aynılık.

Mekânlarımızda seçeneklere gereksiniyoruz. Seçeneklerle uğraşmak, teknolojinin çok sayıda çözüme olanak tanıdığı bir dünyada çok da kolay görünmüyor. Tasarımcı ve kullanıcılar olarak alışkanlıklar elimizi tutuyor, düşüncemizi sınırlıyor.

Klasik mahremiyet ölçütleri ile tasarlarken, mahremiyet kavramının kendisini sorgulamaya geri döndüğümüzde, neyin mahrem olduğunu bir kez daha sorduğumuzda, yeni çözümler ortaya çıkartmak olası. Belki bu yolla hatalı mantıksal çıkarımlarımızı bulabiliriz ve ayıklayabiliriz. Kendimizi, düşüncelerimizi, beynimizdeki veri yapısını güncelleyebiliriz.

Banyo görsel mahremiyet nedeniyle dış gözlerden yalıtılmış bir mekân olmalıdır. Ses mahremiyeti nedeniyle ses yutucu bir bölme ile ayrılmalıdır. Bu önermeler mimarlık eğitiminde bizlere öğretilen bilgi parçalarıdır ancak mutlak doğrular değildir, olamaz. Bu iki mantıksal çıkarsama, sonuçta uç tasarlama hatalarına kadar bizi götürebilmektedir. Banyolar: Dışardan tümüyle yalıtılmalı, ıslak birimler birarada daha kolay çözülebildiğinden hepsi aynı mekâna toplanabilir, bu mekân plan şemasında dışarıya açılmayan kör noktalara yerleştirilebilir. Sonuçları birlikte düşünelim: Işık bile almayan, çoğu yapay havalandırılan gerçekten de “ıslak” mekânlar; WC penceresi denilen, amacı belirsiz, boyutu ve duvardaki konumu nerede ise kesinleşmiş delikler, ki bu delikler bahçe içinde villalara bile bu haliyle yerleştirilebilmekteler. Temizlik kolaylığı nedeniyle yerde süzgeç, ya su taşarsa? Ancak suyla temasımızın temizlik teknolojilerindeki gelişmeler sonucunda banyo küveti ya da duş teknesi dışında neredeyse yeniden biçimlendiğini unutuyor muyuz?

Mekânı ısıtma adına soba kullanılırken geleneksel Anadolu evindeki sofalı şemanın bir benzeri kullanılırdı. Sonra her mekân ayrı ayrı ısıtılabilince konut kompartmanlara bölündü. Sonunda mekânlar öyle ayrıştı ki, anne, baba, çocuk istemezlerse birbirleri ile hiç karşılaşmadan yaşayabilirler. Konut yaşamı artık onlara “salondan” başka biraraya gelebilme seçeneği sunmuyor? Salon ise şu andaki tasarımı ile hiçbir aile bireyine hiçbir eylem seçeneği sunmuyor. Evin bir ucundaki herhangi bölünmüş bir odadan farksız. Kendi içinde alt mekanlar barındırmıyor. Çocuğun odasından çıkmasını teşvik edici hiçbir unsur yor. Ayrıca bu şema iklimden bağımsız ve her yerde aynı. Örnekleri çoğaltmak olası.

Peki ne istiyoruz?

Çok açık:

Yeni olasılıklar, mekân kullanım potansiyelleri, anlamlı boşluklar, değiştirebileceğimiz düzenleyebileceğimiz geçişler, alt bölgeler, sıra dışı açılımlar, evin içinde dış mekânı yaşayabilmek, kullanımda marjinalleşebilmek,

Kısaca: SEÇENEKLER... SEÇENEKLER...



Kaynaklar-Göndermeler

Akın,Ö.,Altaş (Esin),N., Uluoğlu,B. (1996), "Quality of Architectural Service in the Project Management Process”, Journal of Architectural and Planning Research JAPR, Vol.13, No.1, pp. 63-90.

Beck Ulrich, Beck-Gernsheim, Elisabeth (2002) Individualization, Almanca’dan İngilizceye çeviri Patrick Camiller 2001, London: Sage Publications.

Hawkins, Jeff, Blakeslee, Sandra (yardımcı yazar)(2007), Zekâ Üzerine, (On intelligence) Çev. Zeynep Esin, Pegasus Yayınları İstanbul.

Ridney, Matt (2007), Genom, Bir Türün Yirmi Üç Bölümlük Otobiyografisi, Çevirenler Mehmet Doğan, Rivan Taşçı, Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, İstanbul 2007. (Orjinal Yayın: Genome. The Autobiography of a species in 23 Chapters, 1999).

Senge,P., Scharmer,C.O., Jarowski,J., Flowers, B.S. (2007), Şimdi Burada (Özgün ismi ve basım taihi: Presence, 2004), İstanbul: GOA Basım Yayın ve Tanıtım Hizmetleri San. Tic. Ltd. Şti.

Simon, Herbert A. (1969), Sciences of the Artificial, Cambridge MA: MIT Press.


Nur Esin'in Kısa Özgeçmişi 

1980 den bu yana İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü öğretim üyesidir. Mimari tasarım stüdyolarında görev almakta, tasarlama psikolojisi üzerine dersler vermektedir.

Güncel ilgi alanları mimari tasarım süreci, mimari tasarım eğitimi ve tasarlama / düşünme psikolojisidir.

Önceki çalışmalarına kalite konusuna eğilmiştir. Mimarlık bürolarında tasarım sürecinde kalitenin algılanışı ve yorumlanışı üzerine araştırmaları vardır. Toplu konutta kullanım sonrası değerlendirme ve mekân kalitesi, kullanıcıların kalite algısı üzerine çeşitli araştırmalara katılmıştır.

Hiç yorum yok: