3 Mart 2010 Çarşamba

Mimarlık Eğitiminin Geleceği: 2010 ve biraz daha ötesi*

Nur ESİN

(*) MİMARLIK VE EĞİTİM KURULTAYI IV de sunulmuş, kitap içinde yayınlanmıştır. Kurultay Teması: Mimarlık ve Eğitimi Süreklilik ve Değişim, 7-9 Kasım 2007, ODTÜ Mimarlık Fakültesi, Ankara

Açıklama ve Özet

Bu bildiri dünyada mimarlık eğitiminin ve genel anlamda eğitimin önümüzdeki elli yıl için uzanabileceği boyutları araştırmak üzere kurgulanmıştır. Büyük ölçüde enformasyon teknolojisinin ve genetik teknolojinin hızlı gelişimi paralelinde insan bilimlerinde, doğa bilimlerinde, fen bilimlerinde yaşananan değişime ve bu gelişmelerin toplumu ne yönde değiştirdiğine/değiştirebileceğine referans vermektedir.

İlk bölüm yakın geleceği anlatan bir kurgudur. Brockman’ın 2002 de derlediği ve yayınladığı, çeşitli alanlardaki bilim insanlarının öngördüğü gelecek elli yıl senaryolarına dayandırılarak hazırlanmıştır. Eğer bu kitabı okuduysanız -üzerinden 5 yıl gibi gelişim için uzun bir zaman geçmiş olan- bu bölümü atlayabilirsiniz.

İkinci bölüm ise bu kitapta belirtilen değişime/ kurguya/ senaryoya mimarlık eğitiminin nasıl hazırlanabileceğini öngören bir düşünce egzersizidir. Değişimin beraberinde getireceği pratik sorunlara yanıtlar aranmaktadır. ‘Zaten böyle yapıyoruz’ diyorsanız bu bölümü de atlayabilirsiniz. Ancak yorumlarınızı ve deneyimlerinizi lütfen bizlerle paylaşın.

Yararlanılan/Aktarılan Kaynak:
Brockman, John (Editör) (2007), Gelecek 50 yıl: 21. Yüzyılın İlk Yarısında Hayat ve Bilim, çev. Nurettin El Hüseyni, Orjinal adı: The Next Fifty Years: Science in the first half of the Twenty-Century, John Brockman 2002, NTV Yayınları, İstanbul: Mas Matbaacılık.



Geleceğe Bakış

Gelecek aniden ortaya çıkmaz, yaşananlar içinde belirtileri vardır. Bunları görebilenler, doğru soruları sorabilenler, yeni yanıtları arar ve değerlendirirler. Öngördükleri bu belirtilere göre önce mütevazi, sonra iddialı düşünceleri ve uygulamalarıyla geleceğe, yeni yaşamlara yön verirler. Aşağıdaki bilim insanları kendi alanlarındaki gelişimlere ışık tutuyorlar. Meslek alanımızın çok hızlı bir dönüşüme açık olduğundan, tüm bu temel alanlardan doğrudan etkilenmekteyiz ve tümünün de mimarlık ve eğitimiyle yakından ilgili olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bu giriş bölümü, belkide çoğumuzda var olan farkındalığımızı pekiştirmek üzere oluşturulmuştur. Bilimsel gelişme alanlarında bu amaçla gezineceğiz.

Brian Goodwin
İngilitere’de biyoloji profesörü “Kültürün Gölgesinde” isimli makalesinde, bilimsel gerçeklikte öznelliğin ve bilime “nitelikler bilimi” olarak bakabilmenin önemi üzerinde duruyor (sa.47-58). Goodwin bu bakışını, Lovelock ve Margulis’in 1974 de ortaya koydukları “Gaia” hipotezine atıfla oluşturmuş. ‘Gaia’ eski Yunan toprak tanrıçası ve hipoteze dünyanın canlı olduğuna gönderme yapan bu isim verilmiş. Gaia Hipotezi, “hayat sırf yeryüzündeki verili koşullara uyum sağlamakla kalmaz, aynı zamanda da hayata uyumlu olmalarını sağlayacak şekilde koşulları değiştirir” demektedir. Hayatın pasif değil aktif ve katılımcı olduğunu belirtiyor. Bu nedenle de duygulara, iç dünyalara, öznel değerlendirmelere önem vermemiz gektiğini söylüyor.

“ ... bilimin daha yeni gelişmeye başlayan bir aşaması söz konusudur. Duygular ve nitelikler konusunda böyle bir perspektifi çok daha ileriye taşıyan bu değişim niteliklerin konumuyla ilgilidir. Gözlemlenen şeyin sırf öznel değil, gerçek ve nesnel konuma sahip olduğu sonucuna götüren mutabakat. Gelişmekte olan şey bir “nitelikler bilimi”, bilim camiasının geçmişte bilim alanının ötesinde saydığı böyle (öznel) değerelendirmeler üzerinde mutabakata varmayı sağlayacak bir yöntemdir.

... niceliklere dayalı mevcut bilimimiz bize gezegenimizin bütün sakinlerinin ihtiyaçlarını karşılamaya yetecek kadar mal üretme becerisini sağlamştır; ama bizi dünya genelinde hızla gerileyen bir nitelikle karşı karşıya bırakmıştır. Mevcut bilimin gölgesinde, nitel değerlendirmeyi günlük hayatımızdaki, yani yargıların nitelik kadar niceliğe de dayandığı alandaki yerine tekrar çıkaracak bir nitelikler biliminin bileşenlerini görmek mümkündür. Bu gelişmenin yanısıra duyguların sırf bize değil, doğanın geri kalan kesimine de özgü olduğunun kabulü bize bilimsel bilgi, teknoloji, kurumsal ve siyasal girişim açısından çarpıcı düzeyde dönüşüme uğramış bir olanaklar dizisi sunuyor.

... Bilimsel perspektifte bu ölçekte bir değişim öyle bugünden yarına gerçekleşecek birşey değildir. Hatta hiç gerçekleşmeyebilir de. Böyle bir değişim temel düzeyde, insan bütünlüğünü sağlamak üzere bilim dallarının ve güzel sanatların birleştirileceği, bilimsel ve teknolojik karar alma süreçlerinde sivil toplumun bütün mensuplarının katılımının zorunlu kılınacağı ve bilginin sorumlu edimle tekrar bir araya geleceği yeni eğitim biçimlerini gerektirir.”


Geofrrey Miller,
“İncelik Bilimi”, New Mexico Üniversitesinde evrimci psikolog.
Batı toplumlarındaki teknolojiden olumsuz etkilenme ve yeni ve daha olumlu açılımları özetliyor (sa.97-106).

“ ... On dokuzuncu yüzyılın iç gözlemcileri kendilerine odaklandılar, başkalarını unuttular ve zengin bir iç dünyayı tanımladılar. Yirminci yüzyılın davranışcıları kendilerini unuttular, başkalarına odaklandılar, öğrenme ve hesaplama temelinde ham bir insan doğasını tanımladılar. Yirmi birinci yüzyılın psikologları insan bilincinin en gelgeç, havai ve kararsız dışa vurumlarının bile sinir ve genetik imzalarını göstererek, benlik ve ötekiler arasındaki ve öznel ile nesnel arasındaki bu ayırımı yıkacak. Sonuç insanlara dönük daha insanca ve kapsayıcı bir bilim olmalı.”

“... kısacası hem Batı kültürü hem de Batı psikolojisi yirminci yüzyılda Amerikanlaştı. Daha kapsayıcı ama daha az incelikli, yöntem bakımından daha nesnel, ama sonuç bakımından daha az insani hale geldi. Ayrıca bireylere sosyal, cinsel ve ailevi ilişkilerinden sıyrılarak atomlaşmış birer yabancıymış gibi odaklandı. Son olarak, reklam ve propagandaya hiç düşünmeden verilen basit tepkileri açıklamada ve değerlendirmede daha etkili hale geldi.; ama muğlaklık, hayal gücü, empati, ahlâki yargı ya da estetik ayrımla ilgili her türlü bilinç haline açık olmaktan uzaklaştı. Psikoloji, davranışları analiz etme ile bilinci anlama arasında, ampirik geçerlilik ile öznel doğruluk arasında seçim yapma zorunluluğunu benimsedi.

Önümüzdeki elli yılda bu varsayımın yanlışlığının kanıtlanacağı görüşündeyim. Yeni teknolojiler çok daha geniş bir yelpazeyle insanın öznel deneyimlerini doğrulama potansiyeli taşıyor...”

... “Teknoloji geliştiğinde ve gen ifadesini gerçek zamanda izleyebilecek hale geldiğimizde, psikolojik karmaşıklığa ilişkin yeni bir dünya önümüzde açılacak. Modern sosyal durumlar ve bunların genetik evrimle sağladığı davranışsal yetiler arasındaki uyuşmayı görebileceğiz. Ayrıca ‘insan doğasının ve eğitimin birbirinden ayrılmaz olduğu’ yolundaki bulanık zırvanın ötesine geçeceğiz ve belirli durum, düşünce ve duyguların belirli genleri harekete geçirişini ve tersine işleyişi daha berrak göreceğiz.”

“...Nörolojinin insan bilincine özgü daha fazla inceliğin haritasını çıkarmasıyla birlikte bu inceliklerin (düşünce ve duygu inceliklerinin) daha kolay kabul edilmesi ve değer görmesi ilişkilerimizin ve toplumumuzun yararına olacak.”


Mihaly Csikszentmihalyi
Macar asıllı çok yönlü bir bilimci. Makalesi “Mutluluğun Geleceği” ismini taşıyor (sa.107-118). Biyolojik çeşitlilik ve insan genomuyla oynama konusunda şu görüşü belirtiyor.

“ geleceğin büyük ölçüde öngörülemez olması nedeniyle, en iyi strateji kendimizi mevcut koşullar çerçevesinde en iyi görünen bir düzene kıstırmak yerine, yeni duruma uyum sağlayıcı çözümlerin doğabileceği potansiyellerden oluşan değişken bir havuza sahip olmaktır.

Eğer insan genetiği mühendisliği piyasa güdümlü olursa, en yoğun seçici baskı büyük ihtimalle mutlu çocuklar üretmek yönünde olacaktır. ... eğitim, para, güzellik ve zekâ aracıyla ulaşmayı umduğumuz şey budur.”

... ne tür insanlar yaratacağız? Makine ve bilgisayarlarımızın ete kemiğe bürünmüş kopyaları mı? Yoksa, kozmosa açık bir bilince sahip varlıklar, geçmişte benzeri görülmemiş yönlerde neşeyle evrim gösteren organizmalara mı? Psikoloji ikinci doğrultuda ilerlemeye dönük belirtiler göstermektedir. ...”

Bilincin devingen doğası ve anlaşılması üzerine şunları söylüyor:

“Bilincin kendine özgü bir gerçekliğinin olduğunu kavramak (da) önemlidir. Daha az karmaşık sistemlere uygun bir çerçevede analiz etmeye başladığınız anda, bu gerçeklik derhal ortadan kalkar. Herşeyden önce bilinç, zaman içinde halleri sürekli değişen açık bir sistemdir. ... Birinci zaman ile ikinci zaman arasında meydana gelen şey, söz konusu dakika içinde bilincime giren her türlü ses, görüntü, duygu ya da tasarının düşünce ve duygularımı tamamen yeni ve öngörülemez bir seyre yöneltebilmesidir.”

David Gelernter
Evrimci psikoloji ve genetik bilimi çalışmalarının yanısıra, bilgi teknolojilerindeki olası en uç değişimleri de tanımlayan bir bilimci/ yazar David Gelernter, Yale’de bilgisayar bilimi profesörü ve Mirror Worlds Technologies şirketinin baş bilim uzmanı. “Işınla bağlantıya girmek” isimli makalesinde kurduğu senaryo teknoloji elverdiğinde, gelecek için çok da uzak görünmüyor (sa.255-268).

“Enformasyonun standart şekli, enformasyon ışını adını verdiğim bir biçim olacak. Işın, kitap kadar önem kazanacak. Kitabuın yerini almayacak; siber-dünya için karşılaştırılabilir düzeyde sağlam, dayanıklı ve basit bir yapı sağlayacak. Kültürel yaşamımızı yeniden şekillendirecek. En önemli enformasyon “kablodan-taze-çıkmış”, gerçek zamanlı enfomasyondur- bize tam şu anda şu ya da bu yerde neler olup bittiğini anlatan enformasyon. Günümüzde “şu ya da bu yer”yeryüzündeki bir yer –ofis, okul, Senato, şehir merkezi vb. anlamına geliyor. Çok geçmeden siber kürede bir yer anlamına gelecek. Kesintisiz her yerde hazır ve nazır siber-küre bugünün kaotik ve kekeme internet ortamının yerini alacak. Çalışan biriyseniz ofisinizde, öğrenciyseniz okulda ve eğer umurunuzdaysa dünyadaürüp giden hayatla, gözde rahat koltuğunuzdan kalkmaksızın bağlantıya girebileceksiniz. Ama başka uğraşlara girişmekten geri kalmayacaksınız. Aksine maddi ve sosyal ortamlar kendilerini yeniden düzenleyerek bu yeni kültürel gidişata ayak uyduracak.”.
Gelernter, büyük değişimlere yön verecek doğal yasaları da açıklıyor, geleceği belirlemek açısından önemli:

“1. Teknoloji dünyasında mevcut durumu ve değişimin temposunu donanım değil yazılım belirler. Bugün yazılım bocalama içinde, bir devrime ihtiyacımız olacak – ve inanın ki, böyle bir devrimi yaşayacağız.

2.Öğrenilmesi olanaksız İkame Yasası: Toplum daha yenisini değil, daha iyisini bulduğunda, bir şeyin yerine bir başka şeyi koyar. Herşeyin elli yıl sonra farklı olmasını beklemeyin. Elli yıl sonra hala kağıda basılı kitapları okuyor ve tuval üzerine yapılmış tablolara bakıyor olacağız. Beethoven dinleyecek, Fred Astaire filmlerini seyrediyor olacağız.

3. Elle tutulan kazanımlar elle tutulmayan kazanımlara her zaman ağır basar. ...Elle tutulur varlıklar yasası genelde bugünün bildik birçok alışkanlığının elli yıl ya da daha az bir süre içinde ortadan kalkacağını belirtir. ... Eğer tınmayacak kadar aldırışsız olmasalardı, üniversitelerin kafayı bu yasaya takmaları ve sonuçları karşısında dehşete düşmeleri gerekirdi. İnternet üzerinden eğitim daha şimdiden her tarafta ortaya çıkıyor.Bütün dersleri internete taşımak mümkün hale gelirse ve internet ders donanımının kalitesi her geçen yıl daha da gelişirse, bir üniversite varlık sebebi olarak neyi öne sürecektir? Üniversiteler maddi olmayan şeylerin satıldığı bir iş alanındadır. Öğretmenlerinizkle ve (daha da önemlisi) öğrenci arkadaşlarınızla ve bizzat kampusla yüz yüze gelmenizi sağlayarak, size kampus yaşantısını sunarlar. Dolayısıyla dünya üniversitelerinin yüzde 95 i elli yılda yok olup gidecek. Zirvedeki okullar ayakta kalacaklar; çünkü sahiden de elle tutulur bir şeyi satarlar – iş ve paraya dönüşen itibar.
... Elbette lisansüstü okullar da hapı yutacak.


4. ... Sonuçta teknoloji bir amaç değil bir araçtır. Elli yıl sonra (ya da çok daha erken bir zamanda) internet yerini enformasyon ışınlarıyla dolu siber-küreye bırakacak. Bu ışınlarla bağlantıya girdiğinizde, dışsallaşmış bir zihinle bağlantıya girmiş olacaksınız –size, bir kuruluşa ya da kuruma ait zihin. ... Enformasyon ışınları önemlidir, çünkü kendi “enformasyon hayatınızı” birine saklayabilirsiniz. Aynı şekilde bir kurumu saklamanız da mümkündür.”
Gelernter, bu ışınla yaşamanın, siber- kürenin yaşamımızı nasıl değiştireceğini burada verilmeyen çok ayrıntılı bir biçimde tarif ediyor. Neden olmasın dedirten gerçek bir bilim kurgu. Güçlü bir beyin jimnastiği. Eğitime vereceği yeni biçimleri düşününce heyecanlanmamak elde değil.


Roger C. Schank“Gelecekte daha akıllı olacak mıyız?” (sa.229-238). Yapay zeka alanında önde gelen bir araştırmacı, Carnegie-Mellon Üniversitesinde Bilişsel Sanatlar ve Seçkin Kariyer Kürsüsüs Başkanı, Kuzey Batı Üniversitesinde Bilim Öğrenme Enstitüsü Müdürü. En geniş alıntıyı bu çok yönlü bilimciden yaptım. Bu bilimci bana, enformasyon teknolojileri–bilişim–öğrenme arasındaki ilişkileri daha gerçekçi olarak kavramış bir akademisyen olarak göründü.

Schank akıllı olmanın ve eğitimli olmanın ne anlama geldiğini sorguluyor.

“Kesinlikle daha bilgili hale geliyoruz. Ortalama bir çocuğun erişebildiği bilgi zenginliği, elli yıl önce çocukların erişebildiği düzeyden hatırı sayılır ölçüde yüksek; buna karşılık çocuklarımızın elli yıl önceki kadar iyi eğitilmediğini ve okullarımızın beklentilerimizi boşa çıkardığını ileri süren insanlar var.

...hayatımızı zeka ve eğitim konusunda örtük olarak anladığımız fikirlere göre sürdürüyoruz. Bu fikirler önümüzdeki elli yılda ciddi sınavdan geçecek.”

Özetle daha akıllı ve eğitimli olmak daha çok şey bilmek değildir. Eskiden böyle kabul edilse de. Şimdi artan bilgiye ulaşma olanakları ile önemli olan şey daha çok sormak haline geldi. Schank, bilginin öğretildiği okul, bilgiye önem veren öğrenme, bilgiyi sorgulayan sınav sistemi gibi bugün hâlâ geçerli olan kavramlarımızı eleştiriyor.

“ Zeka sırf sorularınızın cevaplarını öğrenmiş olma becerisi midir, yoksa hangi soruları soracağınızı bilme becerisi midir? Cevapların değeri düştükçe soruların değeri artar. Çok uzun bir süreden beri cevap temelli bir toplumda yaşıyoruz. Bunun belirtileri her yerde görülüyor. ... Özellikle de cevapların not getirdiği okullarda. Sınav yapmak gitgide okullarımızın başlıca kaygısı haline geliyor. Okul soru sormayı öğrenmekten ziyade cevapları öğrenmeyi sağlayıcı bir rejime dönüşmüş durumda.

... Yapay zekanın günlük araçlar arasına girişi (hesap makinesinin kullanımıyla) aynı etkiyi gösterecek. Makinelerin her yerde ulaşılır hale gelmesiyle ve bizi ilgilendiren her türlü şeye dair sorulara cevap verebilmesiyle birlikte, her kişinin olgusal bir bilgi hazinesi olmasına yüklediğimiz değerler azalacak. Kasabadaki en bilgili kişinin aktarılacak bilgilere sahip olduğu ve geriye kalan bizlerin oturup bunları ezberlemeye mecbur olduğu anlayışına dayalı eski okul tasarımı, yerini bilgi edinmeye ilişkin yeni tasarımlara bırakacak. Bilgi artık edinilmeye değer bir meta olarak görülmeyecek. Kolay elde edilen herşey toplumun gözünde değer yitirir ve aynı durum bilginin de başına gelecektir.

... Değer verilen şey güzel sorular olacak.

... Şu anda bildiğimiz şekliyle okul,elli yıl sonra ilgisizlik yüzünden kuruyup gitmiş olacak. Sanal deneyimlere ulaşma olanağı varken ve dünyanın en iyi öğretmenleri her an sanal ortamda hazır dururken, olgusal bilgileri öğrenmek için ne diye okula gidilsin ki?

... Eğitim –daha iki yaşından itibaren- sorularınıza cevaplar vermeye ve yeni sorular yöneltmeye hazır akıllı kılavuzlarla birlikte ilginç dünyaları keşfe çıkmak anlamına gelecek. Meraklı çocukların önüne dünya üstüne dünya çıkacak. Böyle bir toplumda eğitim hangi sanal (ve daha sonra gerçek) dünyalara girdiğinizle ve söz konusu dünyalarda ne kadar şey öğrendiğinizle ilgili bir konu olacak.”

Schank, daha sonra deneyimin, deneyim çeşitliliğinin, deneyim ortamlarının önemi üzerinde duruyor: Aristoteles’ten, Galileo’dan, A.S. Neill’den, Einstein’dan alıntılar yapıyor:

(Aristoteles: Yapabilmek için öğrenmemiz gereken şeyleri yaparak öğreniriz.)
(Galileo: Bir kişiye hiçbirşey öğretemezsiniz; ancak içindekini keşfetmesine yardımcı olabilirsiniz.)
(Neill: Duyarım ve unuturum; görürüm ve unuturum; yaparım ve anlarım.)
(Einstein: Bilginin tek kaynağı deneyimdir.)

“... En derin anlamıyla eğitim her zaman bilmekten çok yapmakla ilgili olmuştur.
... İş yapmaya dönük daha fazla araç sunuldukça, iş yapmak önem taşıyacak.” diyor ve geleceğin eğitimini tanımlamaya girişiyor:

... mevcut kurumların yerini almak üzere ortaya çıkan sanal okullar, verdikleri diplomalardan çok sundukları deneyimlerden dolayı öğrencileri çekecek. Bu deneyimler öğrenmeye karar alındığında alınacak şekilde hazır beklemesi nedeniyle, çoğu öğrenci yüksekokula on sekiz yaşından çok önce başlayacak. Çeşitli sanal deneyimlerdeki başarı, bizi yenileriyle karşılaşmaya özendirecek (aşağı yukarı video oyunlarının şimdi yaptığı gibi). Diploma veren kuruluşlar aldığınız dersler yerine, daha çok yapabildiğiniz şeyler -elde ettiğiniz sanal meziyet rozetleri- üzerinde titizlenecek”.

“... Uğraş alanları kendilerine özgü deneyimler yaratacak. Harvard ya da Columbia’nın fizik dersleri sunması yerine, dünyanın dört bir yanından fizikçiler sanal-eğitim-dünyası tasarımcılarıyla birlikte çalışarak, fizik deneyimleri yaratmaya yönelik yazılımlar hazırlayacak. Bu deneyimler herkese açık olacak. En akıllı insanların dersleri ne kadar iyi öğrendiklerini anlamak üzeresınavlar uygulayan okullarda iyi notlar almış kişiler olduğu yolundaki eski anlayış; en akıllı öğrencilerin, yazılımlar için cevaplandırılmak üzere insanlara gönderilecek sorular yönelten kişiler olduğu anlayışına dönüşecek. Zeka bir eğitim deneyiminin sınırlarına dayanma becerisi anlamına gelecek.”

“... Her kuşak bir sonrakine bıraktığı deneyimleri geliştirir. Ama önümüzdeki kuşakta olağanüstü boyutlarda bir sıçrama yaşanacak. ... devletler şu anda egemen olduklar eğitim alanında yer almanın hayalini bile kurmaktan vazgeçmek zorunda kalacak.”

“önümüzdeki elli yılda deneyimin ve ilgi alanını genişletme becerisinin esas zeka ölçüsü ve esas ifade özgürlüğü olduğunu anlamaya başlayacağız. Sanal deneyim yaratma önemli bir sanayiye dönüşecek. ... Gelecekte sanal dünyalar çok daha karmaşık hale gelecek ve hatta gerçek dünyayla iç içe geçecek. Girdikleri sanal dünyalarda bizden daha fazla deneyim kazanmış kişileri arayacağız. Gerçek zeka ölçüsünde belirleyici etkenlerin, henüz cevabı bulunmamış sorular ve bunların üzerine eleştirel düşünme yeteneği olduğunu anlayacağız.” Schank bunun üniversitelerde iyi anlaşılmış, politikacılar tarafından ise gerçekten kavranmış olduğuna değiniyor, bunun bilgi ve zekaya arz ve talep temelinde bir bakış olduğunu belirtiyor.

“Gerçekçi performans ortamlarına dayanan bir eğitim sisteminde neler bildiğimiz değil, neler yaptığımız önem kazanır. Önemlidüşünsel meseleler sanal eğitim dünyasındaki öğrencilerin etkileşimlerinden doğan sorular etrafında dönecek.

Eğitim ortamları sorular için üstelediğinde, sorulara nasıl varıldığını sorduğunda ve söz konusu soruların ortaya çıkardığı deneyimleri bilmek istediğinde, bilgisayarların sunduğu köklü değişim gerçekleşmiş olacak. Hepimiz yeni deneyimlerden korkmama anlamında akıllı, hem de çok daha akıllı olacağız. Bu deneyimleri bulma yollarını öğreneceğiz ve onlardan öğrendiklerimizle gelişeceğiz. Kafalarımız farklı biçimde eğitilecek ve düşünsel dünyamıza sosyal ya da fen bilimciler değil, o ortamda bulunan ve dolayısıyla merak duyan deneyimciler yön verecek.”.



Alison Gopnik
Son kısa alıntı Alison Gopnik’ten, Berkeley California’da psikoloji profesörü, “Çocukların bilimcilere öğreteceği şeyler” konulu 50 yıl sonraki geleceği öngören makalesinde önemle beynin değişme becerisini vurguluyor: (sa.71-84)
“Beyinle ilgili en önemli şey, çevreden gelen girdiye tepki olarak değişme becerisidir. Beyin herşeyden önce öğrenen bir organdır. ... Öğrenmeye dönük yeni bilim bize şunu anlatmalıdır: Bilgi ...doğuştan gelen temel insan hakkımızdır.”

Değerlendirme

Hangi açıdan bakılırsa bakılsın, bugünkü eskiye dayalı ayrışmış, aşırı nesnel, bilgi biriktirmeye değer veren bilim anlayışı ve alışılmış üniversite kavramı çok yakın gelecekte kökten değişimler yaşayacak gibi görünüyor. Şu anda yaşanmakta olanlar geleceğin habercisi.

o Bilimde alanlar arasında bütünleşme ve yeni terimlerle tanımlanacak yeni arakesit alanlar ortaya çıkmakta. Bu gelişme bilime zenginlik katıyor, farklı bakış açıları kazandırıyor.

o Her alanda nicelikler yerine yeniden “nitelikler”e önem veren bir bilimsel yaklaşım benimseniyor. Önceki yarım yüzyılda bilimsel kabul görmeyen sezgisel yaklaşımlar bütüncül bilime katkıda bulunuyor.

o Teknoloji farklı yaşam kalıpları için olanaklar bunuyor. Bu da sosyal anlamda, felsefi anlamda kuşaklar arasındaki uçurumları derinleştiriyor. Bilgiye bakış, yaşam seçimlerinin değişimi, bireyin kendini anlaması ve hatta kendini ve geleceğini tasarımlaması yönündeki yaklaşımlar bugün bizleri şaşırtmıyor, tam tersine yüreklendiriliyor.

o Piyasa koşulları ve üst politik ortamlar değişimi daha çabuk algılıyor. Bilimdeki değişime rağmen, eski kuşağın etkisinde olan üniversite eğitimi/yüksek eğitim politikaları, her zamanki gibi gelişmeleri geriden izliyor.

Özetle, eleştiri yapabilme/eleştiri kabul etme becerisi, seçim yapabilme becerisi, kendi yaşamına yön verebilme becerisi değerini koruyor. Mutlu bir benlik diğerlerinin mutluluğu yönünde adımlar atabiliyor. Daha paylaşımcı ve katılımcı olabiliyor. Gelişen teknoloji de buna yardımcı oluyor.

Belki de, üniversitelerin bilime ve yaşama yön verebilme açısından gelecekte var olabilme şanslarının ve koşullarının yeniden sorgulanması gerekiyor. Burada “üniversite” kavramı ile insanları geleceğin bilim ve felsefesi üzerine düşünce üretebilmek üzere bir araya getiren, buluşturan, fırsatları yaratan, bu bir araya gelişleri organize eden bir kurumdan söz ediyoruz. Eğer bu anlamda düşüncenin yaratımı ve paylaşımı süreçleri dokunarak ve hissederek gerçekleşmiyorsa, ya da hissetmenin dokunma hissinin ve hazzının da sanal yolları bulunursa, bu ortam (üniversite ortamı) sanal da olabilir gerçek de.

Henüz bilimsel anlamda en zor soru olarak ortada duran “bilinç nedir?” sorusu ve öğrenmenin gizemleri keşfedilmeyi bekliyorken üniversitelerin bu anlamdaki sorumluluğu tükenmiş görünmüyor.


Mimarlık Eğitimi X Tasarlama Eğitimi

Bu aşamada temel eğitim alanımıza “Mimarlık Eğitimi” mi demeliyiz? Artık bundan emin değilim. Daha çok yönlü ele alırsak “Tasarlama Eğitimi” demek daha doğru görünüyor. Mimarlık yaşam çevremizi oluşturan tüm yapılı çevre elemanlarını kapsıyor. Bu doğru, ancak buna ve diğer meslek alanlarına da (özellikle mühendislik alanlarına) giden eğitim, doğrudan tasarlama eğitiminden geçiyor.

Biz mi öğrenciyi seçeceğiz, öğrenci mi bizi?Halen öğrencilerimizi –bir yolla bizim kurum olarak seçerek/eleyerek aldığımız öğrencilerimizi– meslek alanımızda ve onun dışındaki yaşayan dünyaya ilişkin çeşitli bilgi ve becerilerle donatmayı organize ediyoruz. Henüz niceliklerle, çokluklarla mücadele ediyoruz. Çok sayıda öğrenci ve öğretilmesi hedeflenen çok sayıda bilgi ve beceri var.

Yarın onlar bu kurumu şu ya da bu tür ayrıcalıklı deneyimi kazandırdığı için şu ya da bu kadar süre için seçecekler. Biz bu deneyimlerin geçici planlayıcıları olacağız. Bugünden seçme derslerin, proje studyolarının karşılıklı tanınması, yabancı eğitim deneyimlerinin tanınması, biraraya gelen çeşitli kurumların ve ülkeleri öğrencilerinin buluşmaları yaşanan gerçekler. Bu türden iç içe geçişler, halihazır uygulamalarımızla da yüreklendiriliyor. Bu eğilim geri dönüşsüz bir gelişme olarak görünmektedir.

Tasarlamanın deneyimlenmesi temelinde disiplinlerarası buluşmaHalen seçtiğimiz öğrencilerimizi mimarlık mesleğini yapmaya yardım edecek pratik/kullanışlı bilgi ve beceriler ile donatıyoruz. Çok yakın bir yarında ise, hangi alandan olursa olsun, bu becerileri öğrenmek isteyenlere yaratıcı deneyimler biçiminde sunacağız. Bizim sunacağımız deneyimleri almak isteyecek çeşitli mesleklerde uygulamacı olmak isteyecek çocuk, genç-yaşlı bireyler bulunacak. Bu nedenle tek bir mesleği öne çıkaran bir eğitim biçiminden çok daha farklı ve geniş düşünmeye yönelmemiz gerekebilir. “Tasarlama”yı öğretmeye soyunabiliriz. Bu yolla mesleğimizi de içine alan çeşitli disiplinleri buluşturmamız mümkün olabilir. Bugün staj dediğimiz kurum dışı eğitim deneyimleri de, yine çeşitli meslek alanlarını bütünleştirecek biçimde kurgulanarak fiziksel çevrenin biçimlenmesinde sorumluluk paylaşılabilir. Bu tür bir tutum, belki de kendi akademik alanımızın diğer mühendislik disiplinlerindeki tasarım anlayışına vazgeçilmez bir katkısı olmaya, ortak yarar sağlamaya başlayabilir.

Kendi mesleğimiz açısından yaklaşımlarımızın yeniden örgütlenmesiHâlâ mimarlık bölümü öğretim üyeleri olarak yapacağımız, yapabileceğimiz işler var. Kendi aramızdaki tartışmalarda hangi deneyimleri kazanmak isteyebilecekleri ve bunların çeşitli mesleklerin icrasında kullanışlılığı üzerinde duracağız. Ne oranda ve ne tip deneyimlerin ve bilgilerin hangi uygulamaya dönük işlerde kullanılabileceği konusunda karmaşık varsayımlarda bulunacağız. Bu bilgilerin o zaman kesiti için en uygun ve en doğru kaynaklarını arayacak, ayırdedecek ve önereceğiz. Belki de bazılarımız bu tür bilgilerin üretilmesi konusunda uzmanlıklarını güncelleyerek geliştirecekler. Sadece o bilgiyi üretecekler. İhtiyaca göre zenginleştirip yeniden formatlayacaklar. Burada farklı tip akademik çalışma alanlarından söz ediyoruz.

Deneyim seçenekleri oluşturacağız. Yol gösterecek ve daha önce bu deneyimleri yaşamış ve daha iyilerini geliştirmiş uygun katılımcıların katılımını organize edeceğiz. Ya da bizzat kendimizi “tasarım deneyimleri tasarımcıları” olarak dönüştüreceğiz.

Akademik yaşam, çok uzun süredir iddia ettiğimiz gibi, eğitim/araştırma/uygulama üçgeninde yerini arama, denge kurma süreci olarak algılanmayacak. Bu kısa ömürlü olan biz insanlar için çok haksız bir yüklenme olur. Bu karar da diğer bireysel gelişim kararları gibi işleyecek. Özgürce ancak, ölçütleri bulunan bir ilerleme doğrultusunda kendimizi ya da kurumumuzu geliştireceğiz.

Bu düzende uzlaşılabilir çözümler yerine tartışmalı ortamların yaratılması daha önem kazanabilir. Aynı konuya farklı boyutlardan bakan, belki de tamamen tersini düşünen bireylerin başlatacağı tartışma ortamları, yazarların da belittiği gibi, genç zihinlerde yeni sorular açılması bakımından yarar getirecektir. Herşey şeffaf ortamda gerçekleşeceğinden, kısıtlayıcı ideolojilerin etkisi azalacak. Şimdi halkın katılımı ile gerçekleşen, halka açık medyadaki açık oturumlarda yaşanmakta olduğu gibi.

Belkide gelecek nesiller dünyayı algılamada daha gerçekçi ve uyum sağlayabilir olacaklar. Toplumdaki birçoğumuz gibi çevrelerinden giderek soyutlanan idealistlere dönüşmeyecekler. Onların ilerdeki yaşamlarıyla, meslekleriyle barışıklığı düşünüldüğünde bu o kadar da kötü değil.

Bugün ne yapalım?
Halihazır durumumuzda kökten değişimler yapma lüksüne sahip değiliz. Ancak bundan sonra atacağımız her adımda, beklentilerimizi doyuracak küçük aşamalarla geleceğe doğru yürüyeceğiz kuşkusuz. Zaten ülke olarak değişimi oldukça hızlı yaşıyoruz. Batı üniversitelerinden farklı olarak, değişime açık bir akademik toplumuz.

Öncelikle, zihinsel olarak kendimizi dayatmacı olmayan, seçeneklere olanak tanıyan ve yeni girişimlere saygı gösteren bir anlayışa yöneltmeliyiz. Gençlerin bu yöndeki yaratıcı hatta zorlayıcı önerilerini desteklemeli, bilgi vermeyi dayatan eğitimcileri yavaş yavaş esnek yaratıcı genç beyinlerle değiştirmeliyiz. Bu bir arz-talep gerçeğidir. Değişime ayak uyduramaz isek dışlanacağız.

Bu durumda bu çalıştayın temalarına geri dönmek istiyorum:
o Mimarlık eğitiminde değişimin tasarımı
o Değişim içindeki mimarlık eğitiminin sorunları: Eğitim ortamının tasarımı, Genel ve özel yetkinliklerin müfredat içinde ele alınması,
o Mimarlık Eğitiminin hedefleri, yeni eğitim modelleri

Bu temalar için çalışırken akılda tutmamız gereken hususlar var:

1. Kurumlar arası rekabet: Rekabetin çekici yanı yeni deneyimleri sunamayanların kendiliğinden yok olacak olmasıdır. Her olanak paraya bağlı değildir. Zekâ daha büyük farklılıklar yaratabilir. Önemli olan bu olanakları araştırmaktır. Belki de önceden kurum kimliği kavramıyla ortaya koymaya çalıtığımız farklılık budur. Kurumlar arası ilişkinin rekabet nedeniyle azalacağını düşünmüyorum. Tersine farklı birliktelik ortamları için, çok farklı kurumların işbirlikleri gerekecektir. Bu yönde de halen yurt içinde ve yurt dışı ilişkilerimizde çabalarımızın bulunduğunu, oldukça yol aldığımızı unutmayalım.

2. Meslek kıskançlığı: Yeni yolumuzda kendi verebileceklerimizle mimarlıktaki yan alanlara, diğer mühendisliklere katkıda bulunabiliriz. Mühendislik alanlarında da akademisyenler arasında içe kapalı yapılar bulunmaktadır. Arakesit bilim alanlarındaki egemenlikler sorgulanmaktadır. Ancak biz kendi işimize bakalım ve ürettiğimizden diğerlerinin yararlanması için açık kapılar bırakalım; alanına bakılmaksızın diğer öğrenciler için de seçenekli deneyimler sunalım. Kendimize varlık nedeni oluşturalım.

3. Artan öğrenci sayıları: Daha fazla sayıda öğrenci için hazırlıklı olmalıyız. Çünkü yeni nesil öğrencilerimiz sadece bizim kuruma kabul ettiklerimiz olmayacaktır. Bu bilinçle, sanal ortamları, internet erişimlerini ve bulabildiğimiz her aracı kullanmak durumundayız.

4. Kaynak yaratma: Bütün bunları gerçekleştirebilmek için de kaynak yaratmak gerekecektir. Kaynak yaratmanın bir uzmanlık alanı olarak profesyonelce kurgulanması, çalışmaların buna göre yönlendirilmesi ve pazarlanması gerçeğiyle karşı karşıyayız. Vakıf Üniversiteleri bunu çok iyi algıladılar ve yöntemlerini hızla geliştiriyorlar.

5. Yönetim ve organizasyon: Tüm çalışmalarımız, hedeflerimiz bundan böyle işi sadece bunları planlamak olan profesyonellerce sürdürülmelidir. Akademik kademelerin en yükseği akademisyenin kendi alanında yaptığı/ürettiği çalışmaları ile ulaşacağı aşama olmalıdır. Yönetim bir hizmet türüdür, farklı beceriler gerektirir. Akademisyenlerin yönetimle kaybedilecek zamanı olamaması gerekecektir. Okulun etkinliklerinin yönetimi, bilgi/deneyim üretiminin yönetimi, kalitesinin yönetimi, insan kaynaklarının yönetimi gibi konuların çözümünün aslen ilgi alanı mimarlık, tasarım ve/veya planlama olan yöneticiler grubundan beklenmesi de bence haksızlıktır. Bu konuda ne yapılabilir bilmiyorum, ama kendi deneyimlerimden yanlış olduğunu düşünüyorum. Çünkü eğitim ya da gelişim politikalarını belirleyen yönetim kadroları değil, alanın akademisyenleri olmalıdır. Yönetim kadroları yönetime ilşkin kendi konularında danışmanlık eder, yol gösterir ve çözüm üretir. Yönetim ve akademik yaşam arasındaki bu ayırımın deneyimlenmesi de gelecekte sanırım devlet üniversiteleri için de kaçınılmaz olacaktır.

Görüldüğü gibi, çalıştayın hedefine yönelik olarak bu bildiride somut hiç bir şey söylenmedi ve önerilmedi. Önerilerin derin düşünce oturumlarında kurumların içinde geliştirilebileceğini ya da şu veya bu şekilde ortaya çıkmış önerilerin bu gözle değerlendirilebileceğini düşünüyorum. Belki de kendi bölümüme ilişkin önerilerimi geliştirirken yararlanabileceğim düşünsel altlığı oluşturdum ve bu düşüncelerimi sizlerle paylaştım.

Teşekkür ederim. Nur Esin, Eylül 2007 /div>

Hiç yorum yok: